İşi arada akran zorbalığına vardıran, attığı dirseklerle üst sınıfları bile yıldıran Evi, sınıfın “uyumlu” çocuğu Nils ve evinden barkından uzaklara savrulmuş, sığınmacı Lina’nın oluşturduğu takım büyükannenin sırrını çözmeye durmuşken aynada beliren fotoğrafın hiç de uzak, bilinmez zamanlara ait olmadığını yeniden anımsatışıyla da sarsan bir yapıt Bezelye Çorbası Dedektiflik Takımı 1: Büyükannemin Sırrını Nasıl Çözdük? (Rieke Patwardhan / Çeviren: Semra Pelek / Kırmızı Kedi Çocuk).
Yerinde duramayan, sırasına sığmayan, içi dışı her an kıpır kıpır (günümüzde büyük bir kolaycılık ve toptancı bir yaklaşımla “hiperaktif” kutusuna doldurduğumuz) çocuklar, kimi dostların sandığı / öne sürdüğü gibi günümüze ait bir gerçeklik değil. Zamanda kısa bir yolculukla “o bir daha ele geçmez ülke”lerimize şöyle göz ucuyla baksak onların hınzırca gülümsediklerini hemen fark ederiz.
O eski yılların unutulmaz kareleri arasında da öncelikle o kıpır kıpır arkadaşlarımız ya da kendi hınzırlıklarımız öne çıkar. Hayatın olağan / durağan akışına çomak sokanlar, seyretmekten yorulduğumuz donuk sahneleri ansızın bir merak ve heyecan bahçesine çevirenler de öncelikle onlardır.
Ve hepimizin çocukluğunda, çevremizi korkuyla karışık bir heyecana batırdığımız anlar, günler de yok değildir. Hizaya sokulmalara, tektip olma çağrılarına – tasarlanmış olmasa da – bilgece karşı çıkışlarımızdır onlar. Çoğumuz bir yerlerde unutsak da çok azımızda yaşam boyu ışıldayıp durur o cevher. Üstelik hikâyenin tam da o, hayatın birçok fotoğrafını aynı anda çekme becerisinde gizlendiğini de biliriz.
MACERANIN DURDUĞU YER
Sözün beni getirdiği bu yerde “Yaşasın yaramazlık!” demek de geçmiyor değil hani içimden. Hadi, siz kendi şahane anlarınıza doğru yelken açın, ben de – şuracığa kısa bir not iliştirip – Bezelye Çorbası’nın beni çıkardığı bu yolculuğun başka bir konaklama noktasından sesleneyim size.
Bir kitabı okumayı sürdürüyorsanız, sizi bırakıp bir yere gitmemişse anlatı; M. Sadık Aslankara’nın “Yazınsal Yapıtla Yolculuk” yazısında (Cumhuriyet Kitap, Kitaplar Adası, 9 Haziran), “Okur, kol kola girdiği her yapıtla, büyük bir yazınsal serüvenden içeri dalar kaçınılmaz biçimde. Bu doğrultuda benzersiz yolculuklar yaşanır diyebiliriz. Eğlenceli, meraklı, şaşırtıcı, sürprizli, bilinmezliklerle örülü yolculuktur bunlar hep.” dediği serüven, inanın, daha kapıda (ilk satırlarda) başladığındandır.
Okurken böyledir bu da o yolculuk üzerine yazarken farklı mıdır? Beğendiğiniz, sizi kişisel tarihinizin kimi duraklarına yeniden taşıyan yapıtlar üzerine yazarken de başka, farklı, yeni bir yolculuk bekler sizi; belki kahramanların el salladığı yerden, belki onların fısıltıları arasında belirginleşen anlardan…
Bambaşka bir ağaç altında, bir çeşme başında ya da yeşilin her tonunun ayrı gülümsediği bir korulukta, belki de bir kargaşanın / sorunun orta yerinde bulursunuz kendinizi.
EVİ, NİLS, LİNA VE ‘22 SORU İŞARETİ’
“Evi’yle arkadaş olmasaydık olaylar bambaşka gelişebilirdi.” Kitabın kapağına koşup yerleşmiş teneke kutu bezelye konservesinin görselinde, kitabın adı kadar kararlı, meraklı, bakışların “çevirin sayfayı” çağrısıyla sizi Evi karşılıyor. İşi zaman zaman akran zorbalığına taşıyan, attığı dirseklerle dördüncü sınıfların bile korkulu rüyasına dönüşen Evi’nin ardından sahnede, kime uyumlu dendiğini anlamaya çabalayan “uyumlu” çocuk Nils beliriyor.
Schmidt Öğretmen, Evi’yi, sınıftan iki kişiyi daha dirsekleyince Nils’in yanına geçirir. Hep hareket halinde olan Evi, sıraya oturur oturmaz, kargacık burgacık yazısıyla Nils’e ilk notunu iletir: “Takım kuralım mı?”
24 kişilik sınıfta “22 Soru İşareti” adıyla kurulmuş takımdan dışlanan kahramanlarımıza bir süre sonra sınıfın yenisi Lina da katılır. Ve Evi’nin ele avuca sığmaz heyecanına ayak uydurunca başka ve yeni biri olup çıkar Nils.
Sığındığı Almanya’ya uyum sağlaması beklenen Lina’nın sergilediği kimlik Evi’yle Nils’in yeni takımını “görevsiz” hatta işlevsiz kılacaktır. Ardına düşeceği bir görev, çözeceği bir sorun yoksa takım olmanın ne anlamı vardır?
İşte tam da o günlerde yoksun kalır bizim “kafadarlar” büyükannenin, kokusu apartmanın girişine değin yayılan enfes çöreklerinden. Büyükbabanın “Renatecik” dediği büyükanne, hiç izlemediğini bildikleri televizyonun önünden bir süredir ayrılmaz olmuş, kileri ve mutfağı konserve bezelye çorbası kutuları doldurmuştur.
Sahi, nereden çıkmıştır bu istif (yığma) merakı? Dünyanın başka kara parçalarında ortaya çıkan ya da bitmek bilmeyen çatışmalar / savaşlar mı korkutur olmuştur büyükanneyi?
Çözülecek sır önlerine gelince takımın adı da kendiliğinden konmuştur: Bezelye Çorbası Dedektiflik Takımı!
SANKİ BUGÜNÜN FOTOĞRAFI!
Önceden biçilmiş, tartışılmasın istenen toplumsal roller, herkesin birbirine benzemesi beklenen eğitim süreçleri, evden / sevdiğiniz her şeyden yoksun bırakan sığınmacılık, savaşın derin işleyen acısı…
Ve bütün bunların geride kalması gerektiğini derinden duyumsatan ne ki – ve çok yerinde olarak – çözümün adresine ilişkin sorular çoğaltmakla yetinen bir yolculuğa çağırıyor bizi Rieke Patwardhan.
Hepimiz için tanıdık ama yine de ne yapacaklarını merakla beklediğimiz, hepsiyle ayrı ayrı ve sevinçle kucaklaştığımız kahramanları, karakterleri ve içimizi titreten sevgi (aşk mı demeliydim yoksa!) öyküsüyle bütün anları ve mekânları yakın ve sıcak gelen, sarıp sarmalayan bir anlatı Bezelye Çorbası Dedektiflik Takımı.
Elbette metni dilimize kazandıran Semra Pelek’in payı büyük bu sıcaklıkta. Yalın çizgileri ve desenleriyle öyküyü güzelleyen Regina Kehn’in de hakkını teslim edelim. Bezelye Çorbası Dedektiflik Takımı serisinin ilk kitabı Büyükannemin Sırrını Nasıl Çözdük? beni böyle yolculuklara çıkardI. Bakalım sizi nasıl bir yolculuk bekliyor.