Koray Avcı Çakman, bizlere güvende hissettiğimiz alanlardan çıkmamızı öğütlüyor âdeta. Bildiklerimizin güvenli ve bir o kadar sıkıcı limanlarından, bilmediklerimizin heyecanına kapılmamızı, hayatın belki de sırf bu anlar için yaşamaya değer olabileceğini anlatıyor.
Bazı kitaplar insanın karşısına tam zamanında çıkıveriyor. Dünya üzerindeki milyarlarca insandan birinin aklına bir gün bir hikâye geliyor ve satırlar dolusu harf sanki başka bir insanın zihninde tam da en doğru anda şekilleniyor. Eskiden, ben henüz yetişkinliğe bu denli bulanmamış ve de bulaşmamışken, dinlediğim bir şarkının eş zamanlı olarak dünya üzerindeki herhangi biri tarafından dinlenip dinlenmediğini merak ederdim. Keşke, derdim, keşke bunu bulabilmenin bir yolu olsa. Denk düşen kitaplar da aynı şarkılar gibi bir etki yaratıyor insanda. Çocuk edebiyatımızın yaratıcı isimlerinden Koray Avcı Çakman’ın Kaf Dağı’nda Bir Gün kitabı da işte tam olarak böyle geldi bana. En doğru zamanda!
Aslında her şey son derece sıradan bir şekilde başlıyor. Sıradan bir evde, sıradan bir aile hayatı süren Atıl’ın hikâyesiyle. Annesi, babası, ablası ve büyükannesiyle birlikte yaşıyor Atıl; tabii kedisi Üşütük’ü de unutmamak gerek. Derken bir gün Atıl’ın büyükannesi Papatya Hanım’ın doğum günü gelip çatar. Bu hayattaki tam doksan beşinci yılını kutlayacak Papatya Hanım. Hayatı bir baston, bir gözlük, sulanan çiçekler ve okunan kitaplardan ibaret yaşlı bir kadındır en nihayetinde. “Doksan beş yaşında” ya o yüzden pek de umut vadetmemektedir. Ailesi tarafından Atıl’a, hazırlanacak sürpriz parti için büyükannesini oyalama görevi verilir. Atıl ne yapacaktır ki büyükannesiyle? Hem de tam üç saat boyunca.
Zaman bir şekilde akıp gider. Doğum günü sürpriz konuklarla kutlanır. Ancak Atıl, büyükannesini oyalama derdine düştüğünden ona hediye almayı unutmuştur. Odasındaki kitapları karıştırır, eh görece yeni duran bir tanesini paketleyip Papatya Hanım’a verir. Kitabın adı Kaf Dağı’nda Bir Gün’dür ve bu hediyeyle hayatları kesinlikle değişecektir.
Papatya Hanım kitabı hızla bitirir ve Kaf Dağı’nı görmek istediğini söyler. Ailenin seyahatlerden sorumlu kişisi büyük teyze, Papatya Hanım’ın kız kardeşi gezgin Akasya Hanım da işte böylece teşrif eder kitabımıza. Rengârenk bir karakter olan Akasya Hanım’ın önderliğinde müthiş bir yolculuğa sıra gelmiştir. Üçü birlikte Kaf Dağı’nı bulmaya karar verirler. Nesiller arası bir mucize: On ikilik bir çocuk Atıl ile doksan beşlik Papatya Hanım ve onun kardeşi seksen beşlik Akasya Hanım. Atıl’ın annesiyle babası başta bu fikre karşı çıksa da sonunda elleri mahkûm kabul etmek zorunda kalırlar. Böylece bu üçü yola çıkarlar. Rotalarının ilk durağı Çin olacaktır ve düşerler hem Kaf Dağı’nın hem de masalların kuşu Zümrüdüanka’nın peşine:
“’Bir kuş ki türlerinden bambaşka,
Uçmasa, konmasa, kanatları, gagası olmasa,
Kuş denilmez böylesine,
Sanki iki kanatlı bir bilmece!’
Ama Zümrüdüanka’yı diğer kuşlardan farklı kılan,
Ne gagası ne boynu ne de uçuşuymuş.
Bilgi ağacının dalında tüneyen bu kuşun bilmediği yokmuş.
Bildikleriyse gökteki yıldızlardan çokmuş.”
Üç kafadar Çin’e masalsı bir yolculuk yaparlar. Burada onları epey bir macera, çeşit çeşit yiyecek, daha önce hiç görmedikleri bitkiler, hiç bilmedikleri yollar ve elbette beklenmedik olaylar bekliyordur. Seyahatleri sırasında bir fener ustasıyla tanışırlar: Bao Usta. Usta’nın söyledikleri kulaklara küpe edilecek cinstendir:
“Yaşam yolları farklı ama amaçlar aynıdır. Sonunda herkes ışığı yaymak ister. Kimi benim gibi fenerin içine yerleştirir o ışığı, kiminin zaten içindedir aydınlık.”
Koray Avcı Çakman, bu kitabında bizlere güvende hissettiğimiz o alanlardan çıkmamızı öğütlüyor âdeta. Bildiklerimizin güvenli ve bir o kadar sıkıcı limanlarından, bilmediklerimizin heyecanına kapılmamızı, hayatın belki de sırf bu anlar için yaşamaya değer olabileceğini anlatıyor. Aramızda onlarca yaş farkı olsa bile esas önemin hayallerimizin gerçekliğine ait olduğunu fısıldıyor satırların arasından. Ya da belki de sırf bana böyle geliyordur. Ama öyle olsa bile bunu aklımda doğurmamı sağladığı için yazara sonsuz teşekkürlerimi iletmekte bir beis görmüyorum. Türk çocuk edebiyatında nesiller arası diyaloğu bu kadar iyi vurgulayabilen bir eser yarattığı için kendisini takdir etmekte bir beis görmediğim gibi.
Ne de olsa üç kafadarın rehberi Yu’nun söylediği gibi: “Seyahate çıkan herkes bir şeyler arar. Kimi huzur, kimi mutluluk, kimi heyecan… Çoğu ne aradığını bilerek çıkar yola, kimi işini şansa bırakır.”
Hayat uzun bir seyahat. Bu yolculuğu kaderine mi terk etmeli yoksa onu kendimiz mi şekillendirmeli? Belki de çocuklarımıza öğretmemiz gereken yegâne şey budur.